İnsanlığın İftihar Tablosu’nun Hayat kronolojisi -I-
İslâmiyet'ten önce Arabistan'ın durumu
İslâmiyetten önce Araplar koyu bir cehalet içinde idiler, okuma-yazma bilenler yok denecek kadar azdı. İnsan haklarına riayet yoktu. Güçlü olanlar zayıfları eziyordu. Haklarının bir çoğundan mahrum olan kadın, sanki bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmek adet haline gelmişti ve yürekler acısı bu duruma kimse dur demiyordu.
Tek Allah inancı unutulmuş, insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı. Kabe'nin içinde 360'dan fazla put vardı. Halbuki Kabe, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından Allah'a ibadet için yapılmıştı. Ayrıca her evde de bir put bulunur, aile fertleri ona tapardı, içki, kumar ve her türlü ahlâksızlık toplumu sarmış, insaf ve merhamet duyguları kalplerden silinmişti. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanların durumu ise daha kötü idi.
Karanlıklar içinde kalan, insanlığı bu korkunç durumdan kurtaracak, insanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterecek olan son Peygamberin gelmesine büyük ihtiyaç vardı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nesebi (soyu)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in babası Abdullahtır. Abdullah'ın babası, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan ve Mekke'nin ileri gelenlerinden Abdülmuttalib'tir. Annesi, Kureyş kabilesinin Zühre oğulları kolundan Vehb'in kızı Âmine'dir.
Hem baba hem de ana tarafından temiz ye şerefli bir aileye mensup olan Hz. Muhammed'in soyu Hz. İbrahim'e dayanır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğumu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu'levvel ayının 12. pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke'de dünyaya geldi.
O'nun doğduğu sabah dünya nurla doldu. Babası Abdullah O'nun doğumundan iki ay kadar önce öldüğünden biricik oğlunu göremedi.
Hz. Âmine böyle nur topu gibi bir çocuk dünyaya getirince, dedesi Abdülmuttalip büyük bir ziyafet vererek sevgili torununa Muhammed adını koydu.
- Torununa ne ad koydun? diye soranlara:
- Muhammed, adını koydum, dedi. Onlar:
- Ataların arasında böyle bir ad yoktu. Bu adı koymaktan maksadın nedir? deyince,
Abdülmuttalip:
Umarım ki O'nu gökte Hak, yerde halk övecektir, diye cevap verdi.
Peygamberimizin doğduğu gece dünyada olağanüstü bir çok olaylar meydana geldi. O gece İran'da Hükümdar (Kisra) sarayının ondört sütunu yıkılmış, Sava gölü kurumuş, bin yıldan beri yanan mecusiler (ateşe tapanlar)'in tapındıkları ateşler birdenbire sönmüştü. Bu olaylar, gelecekte İran saltanatının yıkılacağına,00 Bizans İmparatorluğunun çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret ediyordu. Gerçekten de öyle oldu.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in çocukluğu
Mekke ileri gelenlerinin bir âdeti vardı. Yeni doğan çocuklarını Mekke civarında yaşayan kabilelerdeki sütannelere verip baktırırlardı. Çünkü, Mekke'nin havası ağır ve sıcak olduğundan çocuklara iyi gelmezdi.
Peygamberimizi Hz. Amine üç gün, Süveybe hatun da iki gün emzirdi. Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.s.) Sa'd kabilesinden Halime adında bir sütanneye verildi. Halime O'nu öz evladından çok sever, esen rüzgardan bile sakınırdı. Halimenin küçük kızı ve Hz. Muhammed'in süt kardeşi olan Şeyma da O'nu çok sever, daima onunla beraber oynardı. Bu yetim çocuk aileye büyük uğur getirdi. Halime'nin kocası bir gün şöyle demişti:
"Halime, bu çocuğun ayagı bize çok uğurlu geldi. O, evimize ayak bastığı günden beri hayvanlarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimize bereket doldu. Elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık seziyorum."
Hz. Muhammed (s.a.s.) bu ailenin yanında beş yıl kaldıktan sonra Mekke'de ailesinin yanına getirildi.
Hazreti Muhammed (s.a.s.)'nin annesi Amine'nin Medine'de akrabaları vardı. Hem onları görmek hem de oğluna babasının mezarını ziyaret ettirmek maksadıyla Amine çocuğu ile beraber Medine'ye gitti. Medine'de bir ay kaldılar. Peygamberimizin babası Abdullah'ın mezarını ziyaret ettiler. Hazreti Amine çocuğu ve yanında hizmetçisi Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönmek üzere yola çıktı. Akşam üzeri Ebva köyüne ulaştılar ve geceyi burada geçirdiler.
Hz. Âmine burada hastalandı. Yanıbaşına oturttuğu biricik yavrusunu şefkatle öptü. Hasretle bağrına basarak okşadı. Öleceğini ve oğlundan ayrılacağını hisseden anne bir daha dünya gözüyle göremeyeceği oğlunun yüzüne bakarak şunları söyledi.
"Her yeni eskiyecek ve her şey yok olacaktır. Bende öleceğim. Fakat gam yemem. Çünkü temiz bir çocuk doğurdum. Dünyaya büyük, hayırlı bir varlık bırakıyorum."
Bu sözlerden sonra Âmine gözlerini hayata yumdu. O sırada Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında idi. Ümmü Eymen çocuğu alarak Mekke'ye döndü.
Baba ve anneden öksüz kalan Hz. Muhammed'i dedesi Abdulmuttalib yanına aldı. Peygamberimiz iki sene onun yanında kaldı. Abdulmuttalib'in ölümü yaklaşınca torununu Peygamberimizin amcası Ebû Talib'e teslim ederek O'na çok iyi bakmasını vasiyet etti. Peygamberimiz o zaman sekiz yaşına gelmişti. Ebû Talib ve eşi Fatma Hanım çocuğu iyi baktılar. O'nu öz çocukları gibi sevdiler.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in seyahatleri
Amcası Ebû Talib ticaretle uğraşırdı. Bir seferinde Hz. Muhammed'i beraberinde götürdü. Şam yakınında Busra kasabasına uğradılar. Orada Bahira adında bir papaz ile karşılaştılar.
Bahira, Tevrat ve İncil'de adı ve sıfatları yazılı olan son Peygamberin alametlerini bu çocukta gördü. Bunun üzerine O'nu Mekke'ye geri götürmesini; çünkü Yahudiler tarafından çocuğa bir kötülük gelebileceğini Ebû Talib'e söyledi. Ebû Talib, Bahira'nın bu tavsiyesine uyarak Şam'a gitmekten vazgeçti ve alışverişini burada tamamlayarak geri döndü.
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de amcası Zübeyr ile birlikte Yemen'e gidip gelmişti.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ticaret hayatı
Kureyş'in ileri gelenlerinden dul ve zengin Hatice adında bir kadın, bazı kimselere sermaye verip ticaret ortaklığı yapıyordu. Hatice, Hz. Muhammed'e sermaye vererek O'nu bir ticaret kervanı ile Suriye'ye yolladı.
Hz. Muhammed (s.a.s.) ticaret hayâtında da doğruluk ve dürüstlüğü sayesinde üstün başarı sağladı. Bu sebepledir ki, düzenlediği her ticaret kervanından, beklendiğinden daha çok kârla döndü. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'le yaptığı ticaret ortaklığından çok memnun kaldı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Hz. Hatice ile evlenmesi ve çocukları
Şam seferinden döndükten sonra Peygamberimiz, Kureyş kabilesinin bu asaletli ve zengin kadını Hatice ile evlendi. Hz. Muhammed o zaman yirmibeş yaşında idi, Hatice ise kırk yaşına gelmişti. Mutlu bir aile yuvası kuruldu.
Hz. Muhammed'in üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. Bunlardan altısı Hz. Hatice'den, biri Mariye'den doğmuştur. Erkek evlatları Kasım, Abdullah ve İbrahim'dir. Kız çocukları Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatıma'dır. Kasım ile Abdullah Peygamberlik gelmeden önce küçük yaşta Mekke'de öldüler. İbrahim ise Hicretten sonra Medine'de doğdu ve küçük yaşta orada vefat etti. Kızlarının hepsi büyüdü ve evlendiler. Hz. Fatıma'dan başka üç kızı Peygamberimizden önce vefat etti. Peygamberimizin nesli Hz. Ali ile evlenen Hz. Fatıma ile devam etmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Kâbe’nin onarımı esnasındaki hakemliği
Bazı yerleri selden yıkılan Kabe'yi Mekkeliler tamir etmeye başladılar. Duvarlar yükselip sıra "Hacerü'l-Esved" adı verilen kutsal siyah taşı, Kabe duvarındaki yerine koymaya gelince, her kabile bu şerefi kazanmak için adeta birbirleriyle yarışa koyuldular. Hatta bu yüzden aralarında anlaşmazlık ve kavga çıktı. Sonunda gerçekten güvenilir ve doğru bir kişi olduğuna inandıkları Hz. Muhammed'i hakem yapmaya ve O'nun vereceği hükme razı olmaya karar verdiler.
Hz. Muhammed "Hacer'ül-Esved"i bir yaygı üzerine koydu. Yaygının uçlarından kabile başkanlarına tutturdu. Hep birlikte taşı yukarı kaldırdılar. Hz. Muhammed taşı mübarek elleriyle duvardaki yerine koydu. O'nun bu uzlaştırıcı davranışı herkesi memnun etti. Böylece büyük bir anlaşmazlık ortadan kalkmış oldu. Bu olayın meydana geldiği sırada Hz. Muhammed otuzbeş yaşında idi.
Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğinden önce de son derece doğru ve güvenilir bir kişiliğe sahipti. Bu özelliğinden dolayı halk arasında kendisine "Muhammedü'l-Emin" yani "Güvenilir Muhammed" deniliyordu. Herkesin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Temiz ve örnek yaşayışı ile toplumda bir yıldız gibi parlıyordu. Yüce Allah, onu en iyi bir şekilde terbiye etti. Ahlak ve faziletle donattı. Çünkü insanlığın kurtuluşu için O'nu peygamber olarak görevlendirecekti.
İlk vahiy (m. 610)
Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşına geldiği zaman kendisinde bazı değişiklikler görülmeye başladı. Yanına azığını alıp Mekke yakınında Hira dağındaki mağaraya çekilir, burada yalnız başına günlerce kalır, kâinatı yaratan Allah'ın büyüklüğünü düşünürdü. Rüyada ne görürse gördükleri aynen çıkıyor. Kimsenin göremediği ve bilemediği bir çok gerçekleri apaçık görüyordu. Bu durum altı ay kadar devam etti. Yüce Allah böylece O'nu terbiye ederek Peygamberliğe hazırlıyordu.
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâdi 610 yılının Ramazan ayında bir pazartesi gecesi yine Hira dağındaki mağaraya çekilmiş, bütün varlığı ile Allah'a yönelmişti.
Bu sırada Cebrail (s.a.s.) kendisine göründü ve: - Oku, dedi.
Hz. Muhammed (s.a.s.): -Ben okuma bilmem, dedi.
Cebrail ikinci defa "Oku" dedi Hz. Muhammed (s.a.s.) yine "Ben okuma bilmem" dedi.
Cebrail (s.a.s.) üçüncü defa "Oku" deyince, Hz. Muhammed "Ne okuyayım" diye sordu. O zaman Cebrail (s.a.s.) Kur'an-ı Kerim'de Alâk sûresinin başında yer alan şu anlamdaki ayetleri bildirdi:
"Yaratan Rabbının adıyla oku,
O, insanı kan pıhtısından yarattı,
Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bitmediğini O öğretti."
Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilk vahiy gelmiş, Kur'an ayetleri inmeye başlamıştı. Bundan sonra Melek kayboldu. Okunan ayetler Peygamberimizin kalbine yazılmış, gibi kendisi de bunları okumaya başladı.
İlk vahyin ağırlığı, aldığı vazifenin büyüklüğü ve duyduğu sorumluluk duygusunun tesiriyle eve döndü. Başından geçenleri Hz. Hatice'ye anlattı. Hz. Hatice O'nu teselli ederek şöyle dedi: "Müjdeler olsun! Sebat et. Hayatımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki sen bu ümmetin Peygamberi olacaksın, Yüce Allah seni asla bırakmaz. Çünkü sen akrabalık haklarına riayet edersin, sözünde doğrusun, güçlüklere dayanırsın, misafirleri ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın. Böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz."
Fetret devri
Alâk sûresinin ilk beş ayeti indikten sonra vahy bir müddet kesildi. Cebrail (s.a.s.) görünmez oldu. Aradan geçen bu müddet, Hz. Muhammed'in vahyi karşılamaya iyice hazırlanması içindi. Nitekim Peygamberimiz İlâhi vahyin tekrar gelmesini bütün gönlü ile istemiş ve onu kabule hazır duruma gelmişti.
Bunun üzerine Cebrail (s.a.s.) O'na göründü ve Müddessir sûresinin ilk ayetlerini getirdi. Bu ayetlerin anlamı şöyledir:
"Ey örtüsüne bürünen (Muhammed), Kalk da uyar, Rabbini yücelt, Giydiklerini temiz tut, Kötü şeyleri terke devam et."
Bundan sonra vahyin gelişi aralıksız devam etmiş ve Kur'an-ı Kerim 23 senede tamamlanmıştır.
Yukarıda belirtildiği üzere ilk vahiyden sonra geçici bir müddet vahyin kesildiği bu döneme "Vahyin Fetreti Dönemi" denir.
İslâm'a davetin başlaması
Vahyin gelmesi ile Peygamberlikle görevlendirilen Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğini önce güvendiği kişilere söylüyor ve onları İslâm'a davet ediyordu. İlk müslümanlar ibadetlerini gizli yapıyorlardı. Bu durum üç yıl kadar devam etti. Bu arada Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da otuzu geçti.
İlk Müslümanlar
Peygamberimize önce sadık eşi Hz. Hatice, ondan sonra çocuklardan Hz. Ali, köle iken hürriyetine kavuşmuş olan Zeyd b.Harise ve büyüklerden Hz. Ebu Bekir iman ederek müslüman oldular.
Habeşistan'a yapılan ilk hicret
Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyet her geçen gün artıyordu. Müslümanlar ibadetlerini serbestçe yapamıyor, açıktan Kur'an okuyamıyorlardı. Bu sebeple Hz.Peygamber, müslümanların daha emin bir yer olan Habeşistan'a hicret (göç) etmelerine, izin verdi.
Onbir erkek ve dört kadından oluşan ilk kafile, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in, Peygamberliğinin beşinci yılında Mekke'den gizlice çıkarak Kızıldeniz yoluyla Habeşistan'a gitti. İçlerinde Hz. Osman ve eşi Peygamberimizin kızı Rukiye de vardı. Orada çok iyi karşılanan müslümanlar, güvenli ve huzurlu bir hayata kavuştular.
İlk giden kafilenin iyi karşılandığını duyan müslümanlardan 80 kişilik ikinci bir grup daha bir yıl sonra oraya hicret ettiler. Bunların başında Hz. Ali'nin kardeşi Cafer-i Tayyar bulunuyordu.
Habeşistan kralı Necaşi'nin Müslümanlara karşı tutumu
Mekkeli Müşrikler, Müslümanların Habeşistan'da huzura kavuşmasından rahatsız oldular. Onları geri çevirmek için Habeş Kralı Necaşi'ye bir çok hediyelerle birlikte iki elçi gönderdiler. Elçiler müslümanları kendilerine teslim edip geri göndermesini Necaşi'den istediler. Hristiyan olan Necaşi, müslümanları çağırarak İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Her iki tarafı dinledikten sonra Müslümanları haklı buldu ve elçiler eli boş olarak geri dönüp Mekke'ye geldiler.
Bundan sonra Necaşi müslümanları eskisinden daha çok himaye etmeye başladı. Müslümanlarla Habeşistan'ın yerli halkı çok iyi geçindiler.
İslâm'a davetin açıktan yapılması
Peygamber Efendimiz, İslâm'a daveti üç yıl gizlice yaptıktan sonra şu anlamdaki ayetlerin nazil olmasıyla halkı açıktan İslâm dini'ne çağırma dönemi başladı:
"Sen, en yakın akrabalarını uyar, mü'minlerden sana uyanlara rahmet ve hidayet kanatlarını indir. Şayet sana âsi olup karşı dururlarsa, Onlara: -Ben sizin işlediklerinizden tamamen uzağım, de." (Şuarâ Suresi, 214-216)
"Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir." (Hicr Suresi, 94)
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), önce yakınlarını evinde toplayıp bir ziyafet verdi. Allah'tan aldığı emirleri tebliğ ederek onları İslâm dinine davet etti. Amcası Ebû Leheb Peygamberimize karşı çıkarak toplananları dağıttı.
Bundan bir müddet sonra Peygamberimiz davetini genişletmek amacıyla Safa tepesine çıktı. Buradan bütün Mekke halkına seslendi. Onun sesini duyanlar etrafında toplandılar.
Peygamberimiz (s.a.s.) orada toplananlara: - Size şu tepenin arkasında bir düşman ordusunun bulunduğunu haber versem bana inanır mısınız? diye sordu.
Hepsi birden: - Evet inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini hiç duymadık, dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz onlara şöyle dedi: - "Öyleyse biliniz ki Allah beni Peygamber olarak seçti. Bana melek aracılığıyla kendi kelâmını gönderdi. İnsanları Hak din olan İslâm'a davet etmemi emretti. Allah birdir. O'ndan başka Tanrı yoktur. Ben de size ve bütün insanlara gönderilen O'nun Peygamberiyim."
Orada bulunan Ebû Leheb ayağa kalkarak Peygamberimize karşı kırıcı sözler söyledi. Bunun üzerine toplantıya katılanlar dağıldılar. Böylece bu toplantıdan da bir sonuç elde edilemedi.
Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulümler
Müslüman olanları dinden çevirmek, İslâm nurunu söndürmek için müşrikler, müslümanlara eziyet ediyor, çeşitli zulüm ve işkencelerde bulunuyorlardı.
İslâm'ın en büyük düşmanlarından Ümeyye b. Halef Bilâl-i Habeşi'yi kızgın kumlara yatırıp göğsüne de taşları yığarak saatlerce güneşin altında tuttuktan sonra:
- Eğer müslümanlıktan vazgeçmezsen seni böyle öldüreceğim, diyor, bundan sonuç alamayınca Bilâl'ın boynuna ip takarak Mekke'nin bir tarafından öbür tarafına sürüklüyordu. Bu vahşice işkenceler altında ezilmesine rağmen Hz. Bilâl, "Allah birdir, Allah birdir" diye haykırıyordu. Nihayet Hz. Ebû Bekir, Bilâl'ı satın alarak hürriyetine kavuşturdu ve zalim Ümeyye'nin elinden kurtardı.
İlk müslümanlardan Ammar bin Yasir, kızgın kumlara yatırılarak bayılıncaya kadar dövülmüş, anası Sümeyye, Ebû Cehil tarafından mızrak darbesiyle kanlar içinde yere serilerek öldürülmüş, babası Yasir de müşriklerin işkenceleri ile can vermişti. Yasir ile eşi Sümeyye Hatun ilk İslâm şehitleri unvanını almışlardır.
Yine Habbab bin Eret, yanmakta olan kıpkırmızı kömürlerin üzerine yatırılarak, Ebû Fukayha ise ayağına bağlanan iple kızgın kumların üzerinde sürüklenerek inançlarından dolayı dayanılmaz eziyetler çekiyorlardı. Bunlardan başka daha bir çok müslüman, müşriklerin zulmüne uğramıştı. Buna rağmen gerçek iman sahipleri işkencelerden yılmadılar, İslâm'dan dönmediler,
Hz. Ebû Bekir'in İslâm'a büyük hizmetlerinden biri de; müslümanlığı kabul ettiği için zulme uğrayan bir çok köle ve cariyeyi satın alarak kurtarmış olmasıdır.
İslâmiyet'ten önce Arabistan'ın durumu
İslâmiyetten önce Araplar koyu bir cehalet içinde idiler, okuma-yazma bilenler yok denecek kadar azdı. İnsan haklarına riayet yoktu. Güçlü olanlar zayıfları eziyordu. Haklarının bir çoğundan mahrum olan kadın, sanki bir eşya gibi alınıp satılıyordu. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürmek adet haline gelmişti ve yürekler acısı bu duruma kimse dur demiyordu.
Tek Allah inancı unutulmuş, insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyorlardı. Kabe'nin içinde 360'dan fazla put vardı. Halbuki Kabe, Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail tarafından Allah'a ibadet için yapılmıştı. Ayrıca her evde de bir put bulunur, aile fertleri ona tapardı, içki, kumar ve her türlü ahlâksızlık toplumu sarmış, insaf ve merhamet duyguları kalplerden silinmişti. Dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan insanların durumu ise daha kötü idi.
Karanlıklar içinde kalan, insanlığı bu korkunç durumdan kurtaracak, insanlara dünyada ve ahirette mutlu olmanın yollarını gösterecek olan son Peygamberin gelmesine büyük ihtiyaç vardı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in nesebi (soyu)
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in babası Abdullahtır. Abdullah'ın babası, Kureyş kabilesinin Haşimoğulları kolundan ve Mekke'nin ileri gelenlerinden Abdülmuttalib'tir. Annesi, Kureyş kabilesinin Zühre oğulları kolundan Vehb'in kızı Âmine'dir.
Hem baba hem de ana tarafından temiz ye şerefli bir aileye mensup olan Hz. Muhammed'in soyu Hz. İbrahim'e dayanır.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in doğumu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu'levvel ayının 12. pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke'de dünyaya geldi.
O'nun doğduğu sabah dünya nurla doldu. Babası Abdullah O'nun doğumundan iki ay kadar önce öldüğünden biricik oğlunu göremedi.
Hz. Âmine böyle nur topu gibi bir çocuk dünyaya getirince, dedesi Abdülmuttalip büyük bir ziyafet vererek sevgili torununa Muhammed adını koydu.
- Torununa ne ad koydun? diye soranlara:
- Muhammed, adını koydum, dedi. Onlar:
- Ataların arasında böyle bir ad yoktu. Bu adı koymaktan maksadın nedir? deyince,
Abdülmuttalip:
Umarım ki O'nu gökte Hak, yerde halk övecektir, diye cevap verdi.
Peygamberimizin doğduğu gece dünyada olağanüstü bir çok olaylar meydana geldi. O gece İran'da Hükümdar (Kisra) sarayının ondört sütunu yıkılmış, Sava gölü kurumuş, bin yıldan beri yanan mecusiler (ateşe tapanlar)'in tapındıkları ateşler birdenbire sönmüştü. Bu olaylar, gelecekte İran saltanatının yıkılacağına,00 Bizans İmparatorluğunun çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret ediyordu. Gerçekten de öyle oldu.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in çocukluğu
Mekke ileri gelenlerinin bir âdeti vardı. Yeni doğan çocuklarını Mekke civarında yaşayan kabilelerdeki sütannelere verip baktırırlardı. Çünkü, Mekke'nin havası ağır ve sıcak olduğundan çocuklara iyi gelmezdi.
Peygamberimizi Hz. Amine üç gün, Süveybe hatun da iki gün emzirdi. Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.s.) Sa'd kabilesinden Halime adında bir sütanneye verildi. Halime O'nu öz evladından çok sever, esen rüzgardan bile sakınırdı. Halimenin küçük kızı ve Hz. Muhammed'in süt kardeşi olan Şeyma da O'nu çok sever, daima onunla beraber oynardı. Bu yetim çocuk aileye büyük uğur getirdi. Halime'nin kocası bir gün şöyle demişti:
"Halime, bu çocuğun ayagı bize çok uğurlu geldi. O, evimize ayak bastığı günden beri hayvanlarımızın sütü, sütümüzün yağı çoğaldı. Evimize bereket doldu. Elimiz genişledi. Ben bu çocukta bir başkalık seziyorum."
Hz. Muhammed (s.a.s.) bu ailenin yanında beş yıl kaldıktan sonra Mekke'de ailesinin yanına getirildi.
Hazreti Muhammed (s.a.s.)'nin annesi Amine'nin Medine'de akrabaları vardı. Hem onları görmek hem de oğluna babasının mezarını ziyaret ettirmek maksadıyla Amine çocuğu ile beraber Medine'ye gitti. Medine'de bir ay kaldılar. Peygamberimizin babası Abdullah'ın mezarını ziyaret ettiler. Hazreti Amine çocuğu ve yanında hizmetçisi Ümmü Eymen ile birlikte Mekke'ye dönmek üzere yola çıktı. Akşam üzeri Ebva köyüne ulaştılar ve geceyi burada geçirdiler.
Hz. Âmine burada hastalandı. Yanıbaşına oturttuğu biricik yavrusunu şefkatle öptü. Hasretle bağrına basarak okşadı. Öleceğini ve oğlundan ayrılacağını hisseden anne bir daha dünya gözüyle göremeyeceği oğlunun yüzüne bakarak şunları söyledi.
"Her yeni eskiyecek ve her şey yok olacaktır. Bende öleceğim. Fakat gam yemem. Çünkü temiz bir çocuk doğurdum. Dünyaya büyük, hayırlı bir varlık bırakıyorum."
Bu sözlerden sonra Âmine gözlerini hayata yumdu. O sırada Hz. Muhammed (s.a.s.) altı yaşında idi. Ümmü Eymen çocuğu alarak Mekke'ye döndü.
Baba ve anneden öksüz kalan Hz. Muhammed'i dedesi Abdulmuttalib yanına aldı. Peygamberimiz iki sene onun yanında kaldı. Abdulmuttalib'in ölümü yaklaşınca torununu Peygamberimizin amcası Ebû Talib'e teslim ederek O'na çok iyi bakmasını vasiyet etti. Peygamberimiz o zaman sekiz yaşına gelmişti. Ebû Talib ve eşi Fatma Hanım çocuğu iyi baktılar. O'nu öz çocukları gibi sevdiler.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in seyahatleri
Amcası Ebû Talib ticaretle uğraşırdı. Bir seferinde Hz. Muhammed'i beraberinde götürdü. Şam yakınında Busra kasabasına uğradılar. Orada Bahira adında bir papaz ile karşılaştılar.
Bahira, Tevrat ve İncil'de adı ve sıfatları yazılı olan son Peygamberin alametlerini bu çocukta gördü. Bunun üzerine O'nu Mekke'ye geri götürmesini; çünkü Yahudiler tarafından çocuğa bir kötülük gelebileceğini Ebû Talib'e söyledi. Ebû Talib, Bahira'nın bu tavsiyesine uyarak Şam'a gitmekten vazgeçti ve alışverişini burada tamamlayarak geri döndü.
Hz. Muhammed (s.a.s.) 17 yaşında iken de amcası Zübeyr ile birlikte Yemen'e gidip gelmişti.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ticaret hayatı
Kureyş'in ileri gelenlerinden dul ve zengin Hatice adında bir kadın, bazı kimselere sermaye verip ticaret ortaklığı yapıyordu. Hatice, Hz. Muhammed'e sermaye vererek O'nu bir ticaret kervanı ile Suriye'ye yolladı.
Hz. Muhammed (s.a.s.) ticaret hayâtında da doğruluk ve dürüstlüğü sayesinde üstün başarı sağladı. Bu sebepledir ki, düzenlediği her ticaret kervanından, beklendiğinden daha çok kârla döndü. Hatice, Hz. Muhammed (s.a.s.)'le yaptığı ticaret ortaklığından çok memnun kaldı.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'in Hz. Hatice ile evlenmesi ve çocukları
Şam seferinden döndükten sonra Peygamberimiz, Kureyş kabilesinin bu asaletli ve zengin kadını Hatice ile evlendi. Hz. Muhammed o zaman yirmibeş yaşında idi, Hatice ise kırk yaşına gelmişti. Mutlu bir aile yuvası kuruldu.
Hz. Muhammed'in üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. Bunlardan altısı Hz. Hatice'den, biri Mariye'den doğmuştur. Erkek evlatları Kasım, Abdullah ve İbrahim'dir. Kız çocukları Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm ve Fatıma'dır. Kasım ile Abdullah Peygamberlik gelmeden önce küçük yaşta Mekke'de öldüler. İbrahim ise Hicretten sonra Medine'de doğdu ve küçük yaşta orada vefat etti. Kızlarının hepsi büyüdü ve evlendiler. Hz. Fatıma'dan başka üç kızı Peygamberimizden önce vefat etti. Peygamberimizin nesli Hz. Ali ile evlenen Hz. Fatıma ile devam etmiştir.
Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Kâbe’nin onarımı esnasındaki hakemliği
Bazı yerleri selden yıkılan Kabe'yi Mekkeliler tamir etmeye başladılar. Duvarlar yükselip sıra "Hacerü'l-Esved" adı verilen kutsal siyah taşı, Kabe duvarındaki yerine koymaya gelince, her kabile bu şerefi kazanmak için adeta birbirleriyle yarışa koyuldular. Hatta bu yüzden aralarında anlaşmazlık ve kavga çıktı. Sonunda gerçekten güvenilir ve doğru bir kişi olduğuna inandıkları Hz. Muhammed'i hakem yapmaya ve O'nun vereceği hükme razı olmaya karar verdiler.
Hz. Muhammed "Hacer'ül-Esved"i bir yaygı üzerine koydu. Yaygının uçlarından kabile başkanlarına tutturdu. Hep birlikte taşı yukarı kaldırdılar. Hz. Muhammed taşı mübarek elleriyle duvardaki yerine koydu. O'nun bu uzlaştırıcı davranışı herkesi memnun etti. Böylece büyük bir anlaşmazlık ortadan kalkmış oldu. Bu olayın meydana geldiği sırada Hz. Muhammed otuzbeş yaşında idi.
Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğinden önce de son derece doğru ve güvenilir bir kişiliğe sahipti. Bu özelliğinden dolayı halk arasında kendisine "Muhammedü'l-Emin" yani "Güvenilir Muhammed" deniliyordu. Herkesin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Temiz ve örnek yaşayışı ile toplumda bir yıldız gibi parlıyordu. Yüce Allah, onu en iyi bir şekilde terbiye etti. Ahlak ve faziletle donattı. Çünkü insanlığın kurtuluşu için O'nu peygamber olarak görevlendirecekti.
İlk vahiy (m. 610)
Hz. Muhammed (s.a.s.) 40 yaşına geldiği zaman kendisinde bazı değişiklikler görülmeye başladı. Yanına azığını alıp Mekke yakınında Hira dağındaki mağaraya çekilir, burada yalnız başına günlerce kalır, kâinatı yaratan Allah'ın büyüklüğünü düşünürdü. Rüyada ne görürse gördükleri aynen çıkıyor. Kimsenin göremediği ve bilemediği bir çok gerçekleri apaçık görüyordu. Bu durum altı ay kadar devam etti. Yüce Allah böylece O'nu terbiye ederek Peygamberliğe hazırlıyordu.
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâdi 610 yılının Ramazan ayında bir pazartesi gecesi yine Hira dağındaki mağaraya çekilmiş, bütün varlığı ile Allah'a yönelmişti.
Bu sırada Cebrail (s.a.s.) kendisine göründü ve: - Oku, dedi.
Hz. Muhammed (s.a.s.): -Ben okuma bilmem, dedi.
Cebrail ikinci defa "Oku" dedi Hz. Muhammed (s.a.s.) yine "Ben okuma bilmem" dedi.
Cebrail (s.a.s.) üçüncü defa "Oku" deyince, Hz. Muhammed "Ne okuyayım" diye sordu. O zaman Cebrail (s.a.s.) Kur'an-ı Kerim'de Alâk sûresinin başında yer alan şu anlamdaki ayetleri bildirdi:
"Yaratan Rabbının adıyla oku,
O, insanı kan pıhtısından yarattı,
Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir.
Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bitmediğini O öğretti."
Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilk vahiy gelmiş, Kur'an ayetleri inmeye başlamıştı. Bundan sonra Melek kayboldu. Okunan ayetler Peygamberimizin kalbine yazılmış, gibi kendisi de bunları okumaya başladı.
İlk vahyin ağırlığı, aldığı vazifenin büyüklüğü ve duyduğu sorumluluk duygusunun tesiriyle eve döndü. Başından geçenleri Hz. Hatice'ye anlattı. Hz. Hatice O'nu teselli ederek şöyle dedi: "Müjdeler olsun! Sebat et. Hayatımı elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki sen bu ümmetin Peygamberi olacaksın, Yüce Allah seni asla bırakmaz. Çünkü sen akrabalık haklarına riayet edersin, sözünde doğrusun, güçlüklere dayanırsın, misafirleri ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın. Böyle olan kulunu Allah yalnız bırakmaz."
Fetret devri
Alâk sûresinin ilk beş ayeti indikten sonra vahy bir müddet kesildi. Cebrail (s.a.s.) görünmez oldu. Aradan geçen bu müddet, Hz. Muhammed'in vahyi karşılamaya iyice hazırlanması içindi. Nitekim Peygamberimiz İlâhi vahyin tekrar gelmesini bütün gönlü ile istemiş ve onu kabule hazır duruma gelmişti.
Bunun üzerine Cebrail (s.a.s.) O'na göründü ve Müddessir sûresinin ilk ayetlerini getirdi. Bu ayetlerin anlamı şöyledir:
"Ey örtüsüne bürünen (Muhammed), Kalk da uyar, Rabbini yücelt, Giydiklerini temiz tut, Kötü şeyleri terke devam et."
Bundan sonra vahyin gelişi aralıksız devam etmiş ve Kur'an-ı Kerim 23 senede tamamlanmıştır.
Yukarıda belirtildiği üzere ilk vahiyden sonra geçici bir müddet vahyin kesildiği bu döneme "Vahyin Fetreti Dönemi" denir.
İslâm'a davetin başlaması
Vahyin gelmesi ile Peygamberlikle görevlendirilen Hz. Muhammed (s.a.s.) Peygamberliğini önce güvendiği kişilere söylüyor ve onları İslâm'a davet ediyordu. İlk müslümanlar ibadetlerini gizli yapıyorlardı. Bu durum üç yıl kadar devam etti. Bu arada Müslümanlığı kabul edenlerin sayısı da otuzu geçti.
İlk Müslümanlar
Peygamberimize önce sadık eşi Hz. Hatice, ondan sonra çocuklardan Hz. Ali, köle iken hürriyetine kavuşmuş olan Zeyd b.Harise ve büyüklerden Hz. Ebu Bekir iman ederek müslüman oldular.
Habeşistan'a yapılan ilk hicret
Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyet her geçen gün artıyordu. Müslümanlar ibadetlerini serbestçe yapamıyor, açıktan Kur'an okuyamıyorlardı. Bu sebeple Hz.Peygamber, müslümanların daha emin bir yer olan Habeşistan'a hicret (göç) etmelerine, izin verdi.
Onbir erkek ve dört kadından oluşan ilk kafile, Hz. Muhammed (s.a.s.)'in, Peygamberliğinin beşinci yılında Mekke'den gizlice çıkarak Kızıldeniz yoluyla Habeşistan'a gitti. İçlerinde Hz. Osman ve eşi Peygamberimizin kızı Rukiye de vardı. Orada çok iyi karşılanan müslümanlar, güvenli ve huzurlu bir hayata kavuştular.
İlk giden kafilenin iyi karşılandığını duyan müslümanlardan 80 kişilik ikinci bir grup daha bir yıl sonra oraya hicret ettiler. Bunların başında Hz. Ali'nin kardeşi Cafer-i Tayyar bulunuyordu.
Habeşistan kralı Necaşi'nin Müslümanlara karşı tutumu
Mekkeli Müşrikler, Müslümanların Habeşistan'da huzura kavuşmasından rahatsız oldular. Onları geri çevirmek için Habeş Kralı Necaşi'ye bir çok hediyelerle birlikte iki elçi gönderdiler. Elçiler müslümanları kendilerine teslim edip geri göndermesini Necaşi'den istediler. Hristiyan olan Necaşi, müslümanları çağırarak İslâmiyet hakkında bilgi aldı. Her iki tarafı dinledikten sonra Müslümanları haklı buldu ve elçiler eli boş olarak geri dönüp Mekke'ye geldiler.
Bundan sonra Necaşi müslümanları eskisinden daha çok himaye etmeye başladı. Müslümanlarla Habeşistan'ın yerli halkı çok iyi geçindiler.
İslâm'a davetin açıktan yapılması
Peygamber Efendimiz, İslâm'a daveti üç yıl gizlice yaptıktan sonra şu anlamdaki ayetlerin nazil olmasıyla halkı açıktan İslâm dini'ne çağırma dönemi başladı:
"Sen, en yakın akrabalarını uyar, mü'minlerden sana uyanlara rahmet ve hidayet kanatlarını indir. Şayet sana âsi olup karşı dururlarsa, Onlara: -Ben sizin işlediklerinizden tamamen uzağım, de." (Şuarâ Suresi, 214-216)
"Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir." (Hicr Suresi, 94)
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.), önce yakınlarını evinde toplayıp bir ziyafet verdi. Allah'tan aldığı emirleri tebliğ ederek onları İslâm dinine davet etti. Amcası Ebû Leheb Peygamberimize karşı çıkarak toplananları dağıttı.
Bundan bir müddet sonra Peygamberimiz davetini genişletmek amacıyla Safa tepesine çıktı. Buradan bütün Mekke halkına seslendi. Onun sesini duyanlar etrafında toplandılar.
Peygamberimiz (s.a.s.) orada toplananlara: - Size şu tepenin arkasında bir düşman ordusunun bulunduğunu haber versem bana inanır mısınız? diye sordu.
Hepsi birden: - Evet inanırız. Çünkü senin yalan söylediğini hiç duymadık, dediler. Bunun üzerine
Peygamberimiz onlara şöyle dedi: - "Öyleyse biliniz ki Allah beni Peygamber olarak seçti. Bana melek aracılığıyla kendi kelâmını gönderdi. İnsanları Hak din olan İslâm'a davet etmemi emretti. Allah birdir. O'ndan başka Tanrı yoktur. Ben de size ve bütün insanlara gönderilen O'nun Peygamberiyim."
Orada bulunan Ebû Leheb ayağa kalkarak Peygamberimize karşı kırıcı sözler söyledi. Bunun üzerine toplantıya katılanlar dağıldılar. Böylece bu toplantıdan da bir sonuç elde edilemedi.
Müşriklerin Müslümanlara yaptıkları zulümler
Müslüman olanları dinden çevirmek, İslâm nurunu söndürmek için müşrikler, müslümanlara eziyet ediyor, çeşitli zulüm ve işkencelerde bulunuyorlardı.
İslâm'ın en büyük düşmanlarından Ümeyye b. Halef Bilâl-i Habeşi'yi kızgın kumlara yatırıp göğsüne de taşları yığarak saatlerce güneşin altında tuttuktan sonra:
- Eğer müslümanlıktan vazgeçmezsen seni böyle öldüreceğim, diyor, bundan sonuç alamayınca Bilâl'ın boynuna ip takarak Mekke'nin bir tarafından öbür tarafına sürüklüyordu. Bu vahşice işkenceler altında ezilmesine rağmen Hz. Bilâl, "Allah birdir, Allah birdir" diye haykırıyordu. Nihayet Hz. Ebû Bekir, Bilâl'ı satın alarak hürriyetine kavuşturdu ve zalim Ümeyye'nin elinden kurtardı.
İlk müslümanlardan Ammar bin Yasir, kızgın kumlara yatırılarak bayılıncaya kadar dövülmüş, anası Sümeyye, Ebû Cehil tarafından mızrak darbesiyle kanlar içinde yere serilerek öldürülmüş, babası Yasir de müşriklerin işkenceleri ile can vermişti. Yasir ile eşi Sümeyye Hatun ilk İslâm şehitleri unvanını almışlardır.
Yine Habbab bin Eret, yanmakta olan kıpkırmızı kömürlerin üzerine yatırılarak, Ebû Fukayha ise ayağına bağlanan iple kızgın kumların üzerinde sürüklenerek inançlarından dolayı dayanılmaz eziyetler çekiyorlardı. Bunlardan başka daha bir çok müslüman, müşriklerin zulmüne uğramıştı. Buna rağmen gerçek iman sahipleri işkencelerden yılmadılar, İslâm'dan dönmediler,
Hz. Ebû Bekir'in İslâm'a büyük hizmetlerinden biri de; müslümanlığı kabul ettiği için zulme uğrayan bir çok köle ve cariyeyi satın alarak kurtarmış olmasıdır.